Sanat kavramı tanımlanırken görüyoruz ki sanat ve toplum iç içedir.
Bu görüş için, “Sanat, doğanın içindedir, sanatçı bunu oradan çıkarabilendir” diyen Albrecht Dürer;
Tehlikeli duyguları açığa çıkarıp bunları arıttığı ve sağlığa iyi geldiğini öne sürerek sanatı bir tedavi biçimi olarak tanımlayan Aristoteles; yaratıcılığı, kendini gerçekleştirmenin bir yolu olarak savunan Maslow gibi düşünürler ve sanatçılar örnek verilebilir.
Sanat kendi hislerimizin ne olduğunu öğrenmemizi sağlar ve bunu açığa çıkararak başkalarıyla paylaşmak için bir yol oluşturur.
İnsanların aynı duygu ve düşüncede toplanmalarına imkan sağlayarak bir birlik oluşturur.
Sanat Kişiler Arasında İletişimi Sağlar
Castells bu iletişimi şöyle ifade eder:
Yani sanat, birbirimizin duygularını, yaşantısını, olayları anlayabilmemiz için evrensel bir dil oluşturur.
Sanat Sembolleştirir
Şöyle ki belirli bir zaman diliminde karşılaşılan sanat eseri, daha sonra dönüp bakıldığında ilk kez görüldüğü zamanı, duyguları, hisleri hatırlatmaktadır.
Buna ek olarak sanat, bireyin hayal gücünü geliştirip bakış açısını etkileyerek etrafında olup bitenleri daha farklı değerlendirebilmesini sağlar.
Sanat tarihi bu anlamda bize şunu da gösterir, sanatçılar yaşamış olduğu çağın sorunları ile yaşadığı toplumun şeklini gözler önüne sererler.
Böylece tarih bir anlatıdan ibaretle kalmayıp zihnimizde canlanabilen sahneler oluşturur.
Sanatçı yaşadığı toplumun sorunlarını, sevinçlerini, yaslarını vb. önemli olaylarını derin bir şekilde hisseder ve kendi dünyasında dönüştürerek görsel bir mesaj oluşturur.
Bu sanat eserine dönüştürülmüş mesaj, izleyicilerde de aynı duyguları uyandırır.
Sanatçı İçinde Yaşadığı Toplumdan Bağımsız Değildir
Her ne kadar bireysel olarak yaşadığı olaylar üretiminde etkili olsa da toplumun sorunu da sanatçının sorunudur.
Sanatçı diğerlerinden farklı olarak bu sorunların yarattığı iç sıkıntıyı eseriyle ortaya koyar ve bu duygusundan bu yöntemle arınma yaşar.
Ortaya çıkarttığı eser ise o toplumun yapısının ve tarihinin bir parçasıdır.
Bir yanıt yazın