Hakan İsmail Şiriner
Resim, mağara duvarlarına iz bıraktığı kadim günlerden beridir "büyüsel" (ve büyülü) bir nitelik taşıyagelmiştir. Bakışlarımızı sanatsal üretimin köklerine doğru yönelttiğimizde, bulacağımız temel kavramlardan biri "büyü"dür. Dansın, heykelin, şiirin... yanı sıra resmin de temel işlevlerinden biri buydu. Has resimlerin tümünde var olan, muhatabını etkileyen, onu bir "an" için olsun, kendi mümkün dünyasına çeken “güç” de denebilir buna. Ben resmi, kendi resimsel uzamında bambaşka mekanlar kurabilme imkânı olarak görmekteyim. Bu, resmin seyircisi için adeta bir rüyaya dahil olmaya benzer. Öyle ki bir başkasının rüyasına (dünyasına) çağrılmış veya birden içine çekilmiş gibi. Böylece resim seyircisine bir yolculuk vadeder. Resmin büyüsünün işlevi biraz da bu yolculuk deneyiminin ta kendisidir. Bu minvalde resim yapmayı, kimi zaman düşsel bir şehrin kapısından girerek öteki zaman/mekanlara geçiş yapabilme vesilesi, kimi zaman bir inzivaya çekiliş hali olarak görürüm. Buna kısaca halden hale geçmek de diyebilirdim sanırım.